Kur’an, din adamı değil, Kur’an mirasçısı istemekte – 1
Dünya Okulu Öğrencisi Ruh’ların eğitimi projesi gereği, Dünya şartlarına uygun ve okul üniforması diyebileceğimiz elbise olarak vücut giydirilen Ruh’un bu son eğitim dönemine, Âdem ve eşinin yaratılması ile başlanmıştır.
Âdem ve eşinden başlatılan Ademoğulları toplumu, Cennet öncesi hazırlık yerinde iken, Allah’ın ikazlarını önemsemeyip hırslarına mağlup olmaları ve şeytanın düşmanları olduğunu unutmaları üzerine, daha alt seviyede olan Dünya’ya gönderilmişlerdir.
Bu gönderme işinden önce yaratılacak bütün bu öğrenci Ruhlardan Dünya hayatları süresince 7 konuya yacaklarına yönelik söz alınıyor. Allah’ı, İnsan neslini ve İslâm dinini tek tanıyacaklarına, Evren’i araştırmak üzere ilim yapacaklarına, Kur’an’ı tek din kitabı olarak ve anlamak üzere okuyacaklarına ve içinde bildirilen 440 sayıda belirleyip “KUR’AN VE SON İSLÂM” isimli bir kitapta topladığım ve birer ibad ve ibadet etme /kulluğu ifade etme kabul edip yaşayacaklarına, şeytanı düşman olarak kabul edip olumsuzluklara yönelik vesveselerine uymayacaklarına ve olumlu nefsleri orta düzeyde kullanmayı, olumsuz olanları ise öldürmeyi başarmak üzere anlaşma yapılıp, bu konulara uymaları için çaba göstereceklerine dair söz alınmaktadır. Ancak öğrenci Ruh ve İnsan bedeni ikilisi, yani beşer olarak Dünya’ya doğar doğmaz bu sözümüzü unutuyoruz. Dolayısıyla, bize verilmiş ömrümüz süresinde bu 7 konu ve söz verişimiz, bilinçaltımızda olarak Dünya’ya doğuyor, yaşamaya bu gizlenmiş bilgilerle başlayıp Dünya okulu eğitimine devam etmiş oluyoruz.
Adem’den sonra başlamak üzere ve bilinçaltımızda bulunan, fakat unutmuş durumda olduğumuz bu 7 konuyu biz beşerlere hatırlatmak üzere Allah zaman zaman Peygamberler ve vahiy bilgileri göndermiştir.
Bakara-38. Hepinizin Cennet’ten çıkarılıp Dünya’ya gönderilmenizi söyledik, ama zaman zaman Benim buyruklarımı size anlatan yol gösterici elçiler gelecektir. Göndereceğim bu yol göstericilere uyanlar ve bildirdiklerimi kabul edenler için bir korku olmayacak ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Bakara-213. İlk yaratıldıklarında, inançları bakımından insanlar tek bir topluluktu /ümmetti. Tek Allah’a, tek insan nesline ve tek din olan İslâm’a iman ederlerdi. Sonra özellikle inanç konularında farklı yorumları nedeniyle ayrıştılar. Bunun üzerine Allah peygamberleri, bu konularda doğru yol olan Allah ile yapılan anlaşmaya sadık kalma ve muhkem /değişmez ana kurallara uygun olumlu işler gerçekleştirme yolunu göstermek ve uyarsınlar diye kitaplı veya kitapsız elçiler, peygamberler gönderdi.
Bütün Peygamberler, kendilerine sayfa veya kitap şeklinde indirilen ilahî kaynaklı bilgileri, bulundukları toplumun bilinç seviyesine göre, sahifelere sığacak kadar az sayıdan başlamak üzere gittikçe artan sayıları nedeniyle kitaplar halindeki dine ait muhkem /değişmez ana kuralları özellikle tebliğ etmişler, ayrıca da zaman ve toplumlara göre müteşabih /değişken özellikli ilâhî konular, Evren bilgileri ve sosyo-ekonomik mesajları da birlikte iletmişlerdir. Hz. Muhammed, Allah’ın görevlendirdiği son Peygamber olarak, aynı zamanda son dinî liderdir de. Hz. Muhammed, ayrıca süreç içinde otomatik olarak oluşmuş olan bir toplumun hem dinî lideri ve daha sonra da organize edilen bir devletin de başkanıydı. Hz. Muhammed’in vefatı üzerine, devlet başkanlığı devam ettirilirken, son peygamber olması nedeniyle dinî liderlik de sona ermiştir. Böylece hemen sonrasında, boşalan devlet başkanlığına halife ismi ile sadece idarî /siyasî devlet başkanlığı devam ettirilmiştir. Çünkü Allah, tek mucize olarak da bildirdiği Kur’an’ı tek din kaynağı ve rehber kitap ve sarılınacak bir ip olarak bıraktığını belirtmiş ve dine ilişkin kuralları da tamamladığını açıklamıştır.
Ankebud-51. Bu kitabı Senin aracılığınla indirmiş olmamız ve kendilerine tebliğ etmen bir mucize olarak onlara yetmez mi? Çünkü Kur’an’ı indirmemiz, inanan bir toplum için bir rahmet /özel bir ayrıcalıktır ve içinde O’nu okuyup, anlayıp, akıllarını kullanarak düşünenler için doğru yola yönelmelerinde yararlanacakları muhkem /değişmez birer kural halinde uyarılar bulunmaktadır.
En’am-115. Rabbinin kelimeleri /buyrukları sadakat ve adalet yönünden şaşmayacak bir şekilde Kur’an ile tamamlanmıştır.
Al-i İmran-103. Birlik halinde Allah’ın ipine /tek ilâhlı İslâm dinine ve son kılavuz ders kitabı /davet kitabı olan Kur’an’a sımsıkı sarılın ve bu konuda anlaşmazlıklara saplanıp gruplara bölünmeyin.
Kendi ana dili ile okuduğu takdirde herkes anlayabilsin diye de Kur’an’ın kolay anlaşılır şekilde yazılmış olduğu ve okuyanın da mutlaka faydalanacağı da vurgulanmıştır.
Kamer-17. Gerçek şu ki, Biz, zikri /Kur’an’ı insanlar anlayıp düşünsünler ve öğüt alsınlar diye kolaylaştırdık, o halde Onu anlayıp, düşünüp benimseyecek yok mu?
A’la-9. Sen Kur’an’ı /Zikri bıkmadan tebliğ et, çünkü mutlaka faydalanacak olacaktır.
Bu durma göre, Hz. Muhamed’den sonra dinî liderlik dönemi bitmiş ve kişisel çaba göstererek Kur’an’ı anlayarak okumak, öğrenmek ve bildirilenleri düşünüp, benimseyip kendi yaşantısına yansıtmak, diğer bir ifade ile kişisel çaba ile doğrudan Kur’an’dan muhkem /değişmez ana kuralları, yani dini öğrenmek dönemi başlamıştır. Hatta bu döneme, her kişinin kendi kendisinin peygamberi oluşu dönemi de diyebiliriz. Bu bağlamda Fatır-32. ayet ile, bundan sonra ancak sadece Kur’an’daki muhkem /değişmez ana kuralları okuyamayanlara aktaracak kişilerin toplumlarda olacağı ve Kur’an’ın bunlara miras bırakıldığı belirtilmiştir. Bu kişilere Fatır-32. ayette Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın mirasçıları denmiştir.
Fatır-32. Ya Muhammed! Senden sonra da Kur’an’ı, İslâm’ın temsilcileri olarak siz seçilmiş olan ümmetindeki insanlara miras bırakmışızdır. Fakat Kur’an’daki buyruklarımızı bilmelerine rağmen, kimi yanlış yola sapıp kendi nefslerine zulmedecekler, kimi orta yolu tutacak, kimi de Allah’ın izniyle en iyisini yapmada örnek olacaklardır. İşte Allah’ın en büyük lütfü bunlara olacaktır.
İşte bu ayet paralelinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Hilafetin kaldırılması” sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şu konuşmayı yapmıştır:
“Arkadaşlar! Tanrı birdir büyüktür. Tanrısal inançların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede ele alınabilir. İlk devre insanlığın çocukluk ve gençlik devresidir. İkinci devre insanlığın erginlik ve olgunluk devresidir. İnsanlık, birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmesini gerektirmiştir. Allah, kulları gereken olgunluk noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla ilgilenmeyi Tanrı olmanın gereği saymıştır. Bu neden ile de Hz. Âdem’den itibaren bilinen veya bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz aracılığı ile en son dini hakikatleri ve uygarlığı verdikten sonra, artık insanlıkla birtakım aracılar koyarak ilişki kurmayı gerekli görmemiştir. Ve bu nedenledir ki cenab-ı peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve Kur’an en eksiksiz kitaptır.” Böylece her insan, artık ilâhî vahiy olan Kur’anla doğrudan ilişki kurma yeteneği ve görevinde olmakla mükelleftir.”.
Çünkü Kur’an’ı tebliğ görevinde olan Peygamberin vefatı ile tebliğ yöntemi sona ermiş, canlı kitap olarak Kur’an ve Hz. Muhammed’e atfedilen ayetlere uygun pratik örnekli sözleri kalmıştır.
Bu açıklamaya uygun olmak üzere zaman zaman Kur’an ayetlerini gerek doğrudan olduğu hali ile gerekse örnekler vererek veya bulunduğu topluma aktaran Kur’an Mirasçısı kişiler gelmiştir. Bu kişiler Kur’an’ın mirasçısı görevlerini yapıp toplumlarını Kur’an bilgileri ışığında aydınlatmaya çaba göstermiş ve Kur’an’daki İslâm’ı anlatmışlardır.
Ahmed Yesevi, Abdükadir Geylani, Veysel Karani, Hallac-ı Mansur, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlâna Celaleddin-i Rumi, Beyazıd-ı Bestami, Hacı Bayram-ı Veli, Feriduddin Attar, Muhammed İkbal ve daha niceleri bunlara birer örnektirler. Yaptıkları uğraşları nedeniyle Allah hepsinden razı olsun. Bu kişiler, gerek konuşmaları ve bıraktıkları eserleri ile belki yaşamları süresince ve daha sonraları bir süre etkili olmuşlardır. Ancak Kur’an’ı bulundukları toplumun ana dilleri ile anlasınlar diye sunmadıkları için bu etkinlikleri Kur’an’ı anlama yönünde fayda sağlamamıştır. Etkinlik sadece Kur’an’ın duygusal etkileyişi ile sınırlı kalmış ve insanların Kur’an’a göre yaşamalarına yansımamıştır. Sonuçta da insanlar Kur’an’ın istediği bilgili ve bilinçli aşamaya ulaşamamışlardır. Böylece de Kur’an’a inanan toplum, Allah’ın ‘Alak-1 ve 3. ayetlerinde istediği şekilde hem Evren Kitabını okuyup bilimsel araştırma yapmaktan, hem de ikinci kitap olmak üzere Kur’an’ı anlamayı birlikte gerçekleştirmekten 11. yüzyıldan sonra uzaklaşmışlardır. Bunun sonucunda da maalesef diğer toplumlardan oldukça geri kalmış ve perişan duruma düşmüşlerdir. Bu çöküşün başlamasında, olmaması gereken din adamlığı kurumunun ve bu kurumdan bazılarının Kur’an’daki ilgili ayetleri farklı yorumlamalarının etkisi de olmuştur diye düşünüyorum. Çünkü bilindiği gibi Kur’an, Atatürk’ün girişimi ile halkın ana dili olan Türkçe’ye tercüme ettirilmiş ve 10 bin adet bastırılmış ve halk okusun diye Müftülükler aracılığı ile dağıtımı da yapılmıştır.
Konuya kaldığım yerden inşallah devam etmek üzere sağlıkla kalın.
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE 7 KONUDA ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” ve “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ”