Kalbinin İçindeki O Feneri Keşfetmedin Mi Hala?

“Kalp hastalıkları, Türkiye ve dünya genelinde en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Bu hastalıklar genellikle kalp krizi, felç ve diğer kardiyovasküler sorunları içerir.

Türkiye’de tahmini olarak 5 – 6 milyon kalp – damar hastası bulunmaktadır ve her yıl yaklaşık 160 bin kişi kalp ve damar hastalıklarına bağlı nedenlerle hayatını kaybetmektedir. Bu, tüm ölümlerinin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Dünya genelinde ise yaklaşık 523 milyon kişinin kardiyovasküler hastalıklardan muzdarip olduğu tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, her yıl yaklaşık 18.6 milyon kişi kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu, tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 32’sine denk gelmektedir. Kalp hastalıkları, hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmakta ve önlenebilir ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bu nedenle sağlıklı yaşam tarzı, erken teşhis ve tedavi büyük önem taşımaktadır.”

Yukarıda adı geçen kalp sorunları için hekimlerin yıllardır sunduğu çözümler arasında “erken teşhis, doğru tedavi, ve düzenli yaşam yer almaktadır. Kalp hastalıklarını tetikleyen nedenler arasında ise sigara, alkol,  hipertansiyon, yüksek kolesterol, diyabet, obezite, hareketsizlik, sağlıksız beslenme, stres gibi nedenler yatmaktadır.

Yıllarca çok değerli kalp damar uzmanları ile çalıştım hala da çalışmaya devam ediyorum. Tabii ki, tıbbın sağlık ve hastalıklarından üzerindeki etkisi yadsınamaz. Fakat gözden kaçan demeyeyim ama bilim insanlarının bir kısmı tarafından da kabul edilen ama dile getirilmekte çekinilen başka bir bakış açısına değinmek istiyorum.

Aslına bakarsanız aynı zamanda yaşadığım bir deneyimi sizinle paylaşmak istiyorum. Yaşamadığım ya da bilmediğim bir konu hakkında fikir yürütmeyi sevmem zira…

 

Bundan 6 yıl önce bir kalp rahatsızlığı geçirdim. Şiddetli taşikardi atakları ve oldukça yüksek hipertansiyon atakları ile 1.5 – 2 yıla yakın mücadele ettim. O dönem 47 kiloyum, hareketliyim, sağlıklı da besleniyorum ama… Oldu işte… Aslına bakarsanız tahlillerimde de anormal bir şey yoktu ama ben normal değildim. Haftanın 3 günü 200 tansiyonla acilde bulurdum kendimi…

 

O dönem nereden geldiğini ve nasıl aldığımı benim de hatırlamadığım şekilde İskender Pala’nın “KALP” kitabını okumaya başladım. Ama dedim ya… Ne kitabı aldığım günü hatırlıyorum, ne de nereden aldığımı hatırlıyorum. Kitaplıkta bir gün göz gözde geldik bu eserle… Elime aldığım andan itibaren artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının henüz farkında değildim. Şifam bu kitabın içinde çoktan gelmiş bile evime ama ben farkında değişmişim. Her hikaye her benzetme beni benden aldı. Derken bir gün yine kalbim güm güm atmaya başladı. O kadar sert çarpıyordu ki, sanki dışarıdan biri kapıyı tekmeliyor da içeri dalmaya çalışıyordu. Tansiyonum yine çok yükseldi, hissediyordum. Dedim ki, “Allah’ım gitmeyeceğim bu sefer acile. Teslim oluyorum. Öleceksem de ölürüm artık…”

 

O halde geçtim koltuğa aldım elime KALP’i ve açtığım ilk sayfadan okuduğum cümleden sonra yaklaşık 2 saat kadar anırarak ağladığımı hatırlıyorum. Şöyle diyordu bana o cümle. “Kalbinin içinde bir kalp daha var. Onun içinde de bir fener. Çarpıyor, yumrukluyor, seni uyandırmaya çalışıyor, gör artık” mesajını veriyordu bana bu cümle. Uyanmam ve etrafıma bakmam için hepsi iç içe geçmiş olaylar zinciri. O gün anladım ki, ne hastalık beni hasta etmek için gelmiş, ne o kitap yazarının eserlerine bir tane daha eklenmesi için hazırlanmış, ne o cümleler alelade yazılmış, ne benim hayatımdaki aktörler yaşamıma tesadüfen girmiş. Bu çok uzun bir konu, beni hasta eden nedenler silsilesi de öyle. Bunları yazmayacağım. Tasavvufta kalbin anlamına değineceğim. Ki… Kalp manen neden hastalanır, kalbin şifası nerede bunu bir de bu açıdan okumuş olalım. Çünkü manevi şifayla şifalanmadıktan sonra maddi şifanın da etkisinin tam anlamı ile ortaya çıkacağına ben inanmıyorum. Hepsi iç içe, hepsi bir bütün…

Tasavvufta, kalp sadece fiziksel bir organ olarak değil, aynı zamanda ruhsal bir merkez olarak da kabul edilir. Bu anlamda, kalbin içinde yer alan bir ışık, insanın manevi yolculuğunda önemli bir kaynaktır. Bu ışık, genellikle “nur” olarak adlandırılır ve kişinin içsel hakikatiyle, yani İlahi olanla bağlantı kurmasını sağlar.

Sufi geleneğinde kalp, insanın ruhsal seviyelerini aşarak Allah’a yaklaşmasını mümkün kılan bir mecra olarak görülür. “Latîfe-i Kalb” olarak da bilinen kalbin bu manevi boyutu, doğrudan İlahi hakikate ulaşmak için arınması gereken bir merkezdir. Bu ışık, saf bir kalp ile içsel alemde keşfedilir ve insanı gerçek huzura, aşk ve bilgelik dolu bir hayata yönlendirir.

Sufilere göre, kalpteki bu ışık, kişinin manevi farkındalığını artırır ve onu daha yüksek bir bilinç seviyesine çıkarır. Bu süreç, “tecelli” adı verilen bir manevi deneyimle de desteklenir; burada, Allah’ın isim ve sıfatları kalpte yansır ve kalp bu ilahi tecellilerle aydınlanır.

 

Her şartta kalbi temiz tutmak neden çok önemli?

İbnül Arabi, Mevlana, Şems-i Tebrizi gibi bilge insanların kalbin temiz ve sağlıklı tutulması konusunda da öğütleri vardır.

Öncelikle, Şems-i Tebrizi’nin öğretilerinde kalbin arınması, kendini bilme ve içsel huzuru bulma üzerine yoğunlaşılır. Şems, kalpteki negatif duyguları temizlemenin, kişinin kendisini ve çevresini daha iyi anlamasını sağlayacağını söyler. O, kişinin kendi egosunu aşarak ve sürekli kendini sorgulayarak ruhsal bir arınma yaşamasını önerir.

Mevlana ise, kalbi temiz tutmak için sürekli bir içsel dönüşüm ve aşkı teşvik eder. O, kalbin her tür kirden arınması gerektiğini, bunun için ise sevgi ve hoşgörünün önemini vurgular. Mevlana’ya göre, kalpteki her türlü olumsuz düşünce ve duygunun temizlenmesi, kişinin gerçek maneviyatını deneyimlemesine engel olabilir.

İbnül Arabi ise, kalbin tekamülü için derin bir bilgi ve anlayış geliştirilmesini önerir. Onun görüşüne göre, kişinin kalbi, ilahi hakikati kavrayabilmesi için derin bir içsel bilgiye sahip olmalı ve manevi arınma sürecine devam etmelidir. Kalpteki her türlü fesat ve olumsuz duygular, bu süreci engelleyebilir.

Genel olarak, bu bilge kişiler kalbin temiz tutulmasını, içsel huzur ve ilahi aşk ile beslenmesini, olumsuz duygulardan arınmayı ve sürekli bir manevi çaba içinde olmayı öğütler.

 

Sevgi ve aşk kalbin titreşimini yükseltir!

Tasavvuf üstatları, kalbin arındırılması ve temiz tutulmasının bireyin manevi gelişimi üzerinde derin etkiler yarattığını vurgular. Bu arınma, kalbin titreşiminin daha yüksek frekansta çalışmasını sağlar, bu da kişinin içsel huzurunu, yaratıcı enerjisini ve ruhsal bilincini artırır.

Örneğin, Mevlana kalbin bu yüksek titreşiminin sevgi ve aşk ile güçlendiğini söyler. Bu yüksek titreşimler, kişiyi daha derin manevi deneyimlere ve ilahi olanla daha güçlü bir bağlantıya yönlendirir. Arınmış bir kalp, ruhsal aydınlanma ve derin bir içsel huzur sağlar.

İbnül Arabi ise kalbin bu yüksek titreşimini ilahi bilgiye ulaşmak için bir araç olarak görür. Temiz bir kalp, kişinin manevi dünyasını genişletir ve ona daha yüksek bir bilinç seviyesine ulaşma yeteneği kazandırır. Bu, kişinin kendini ve çevresini daha iyi anlamasına ve daha anlamlı bir yaşam sürmesine olanak tanır.

Temiz kalp bedeni şifalar!

Bilimsel açıdan, kalbin elektriksel aktivitesi beyin dahil tüm organlardan daha güçlü bir sinyal gönderir. Kalbin arındırılması ve pozitif duygularla beslenmesi, bu sinyallerin daha olumlu ve yüksek frekansta olmasına neden olur. Bu, sadece bireysel sağlık ve huzur üzerinde değil, çevredeki insanlarla olan ilişkilerde de olumlu etkiler yaratabilir.

Özetle, tasavvuf üstatları ve modern bilim, temiz bir kalbin hem kişisel hem de toplumsal düzeyde büyük etkiler yaratabileceğini, ruhsal ve fiziksel sağlığın yanı sıra daha yüksek bir bilinç ve daha anlamlı bir yaşam sunduğunu öne sürer.

Temiz kalp sadece başkalarına karşı iyi düşünmek iyi hareket etmek anlamına gelmiyor. İnsan önce kendi hakkında iyi düşünüp kendine iyi davranmalı. KALP’in beni uyandırdığı gün aynanın karşısında hüngür hüngür ağlarken, “Şüko sen Allah’ın kulusun. Ne güzelsin?” dedim. Ağlayan insan pek güzel görünmez normalde, o ana kadar ben de kendime takık biriydim. Gerek fiziksel gerekse de karakteristik özelliklerimle kendimi yerden yere vurmayı çok severdim. Varsa da yoksa da başkalarıydı hayatımda. Ben çocuğum için, eşim için, ailem için, arkadaşlarım için yaşardım. Onlar için saçımı süpürge etmeye adamış bir Sindirella misali, o KALP’le birlikte takke öyle bir düştü kel öyle bir göründü ki, ne ailem ailem, ne eşim eşim, ne arkadaşlarım arkadaşlarımmış meğer. Bana gelen o kalbi misafir de bunlara karşı beni uyandırmak için gelmiş.

“Allah’ın kuluyum” sihirli bir cümle. Benim hayatımı değiştirdi. Gerçekten kendimin bir hazine olduğunu fark ettim. Tüm hücrelerim, atomlarım ve atom altı parçacıklarıma kadar. Çünkü hepsi bir sanat eseri. Çünkü hepsine kusursuz yaratıcımızın Allah’ımızın dokunuşu var. Tüm kainat bir sanat eseri… Her zerresi ile… Bu bakış açısı insana acayip bir keyif veriyor. Düşünsenize, bir sahibiniz var ve o sonsuz bir kainat yaratmış her an da yeniden yeniden onu formatlıyor. Seni formatlıyor. Her saniye yeni versiyonunla yeniden doğuyorsun. Şimdi senin kendine hayran olmaman elde mi? Senin kainata hayran olamaman elde mi? Senin yaratıcıya aşık olmaman elde mi? İşte bu sonsuz sevgi ve aşk, insanın sadece şifası değil ölümsüzlük iksiri bence.

 

Pozitivistlerin ve koçların “kendimi seviyorum, onaylıyorum. Kabul ediyorum, oldu, bitti…” demesi gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Bu sadece papağan gibi basit bir tekrardan öteye gitmiyor. Onu da denemiştim zamanında. Kalben kendinle barışmadıysan bir işe yaramıyor.

 

Beni Allah’ın kulu olduğumun farkındalığı yaşama yeniden bağladı. Eski fotoğraflarımda ve videolarımda oğlum beni tanıyamıyor. “ Anne bu sen değilsin” diyor. Doğru o şimdiki ben değilim. O yaralı ben… Şu an şifaya ve aşka niyet etmiş bir ben var. Böyleyim demiyorum, asla, sadece niyet ve dua. İnşallah bu yolda muvaffak oluruz. Uzun bir yol olduğunu duyduk üstatlardan aşk yolunun. Ama ilk adımın nasip olması bile, niyete girmek bile güzellik getiriyor. Hayatımdaki değişim ve güzelliklerle birlikte bedenimde de gözle görülür değişimler oldu. Herkes “ne kadar güzelleştin, neler yaptırıyorsun” diye soruyor. Arada bir botoks minik birkaç da dolgu oluyor elbette. Ama o güzelliği getiren nedenler onlar değil. Ben 10 yıldır botoks yaptırıyorum, ama ilk defa kendimi bu kadar güzel hissediyorum. Nedeni ve kaynağı AŞK… Sonsuza kadar bu yolda yürümek en büyük duam…

Şifa olsun hepinize…

Umarım faydalı ve ilham veren bir yazı olmuştur.

“Kalp deniz dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur” diyor Mevlana. Kalbimden bugün bunları paylaşmak geçti.

Hepinizi seviyorum…

 

 

Hakkında Yazısı

Leave a Comment