KİBELE’NİN SESSİZ GÜCÜ ve BUGÜNÜN KADINLARI
KİBELE’NİN SESSİZ GÜCÜ ve BUGÜNÜN
KADINLARI
DAĞLARIN KALBİNDE UYANAN SES
Rüzgâr Afyon’un dağ taşlarını okşarken bir ses dolaşır.
Yeryüzünün kalbinden gelen eski, ağır, derin bir nefes…
Bu sesin adı Kibele’dir.
O sadece bir tanrıça değildir.
Bir mitin içinde sıkışmış bir heykel, eski bir efsane de değildir.
O toprağın nabzı, doğanın iç sesi, insanın unuttuğu annedir.
Zamanın külü altında kalmış bir davul sesi gibi
her bahar yeniden duyulur.
Her çağda, kendi sesini kaybetmiş bir kadına
ve kendi köklerinden kopmuş bir insana fısıldar:
“Beni hatırla. Çünkü ben sensin.”Bugün dünya hızla soğuyor.
Doğa yoruluyor.
Kadın sessizleştiriliyor.
Toplum, kendi ruhunu kaybediyor.
İşte bu yüzden Kibele’nin sesi yeniden yükseliyor.
Çünkü insan, toprağa dönmek istiyor.
Kadın, kendi yaratıcı özünü hatırlamak istiyor.
Ruh, kendi ana kaynağına dönmek istiyor.
Kibele’nin hikâyesi tam da bu dönüşün adıdır.
Mitolojiler ölmez, sadece biçim değiştirir.
Ve bugün betonun arasında bile
Kibele’nin ayak sesleri duyulur.
KİBELE’NİN DOĞUŞU VE KÖKLERİ
Kibele, Anadolu’nun kadim kalbi olan Frigya topraklarında
doğdu.
Eski adı “Matar Kubileya” idi: Dağların Anası.Arkeologlar, onun en eski izlerini Çatalhöyük’te buldu:
Doğum pozunda oturan, toprağın içinden yükselmiş kadın
figürleri…
Bu figürler binlerce yıl sonra bile aynı şeyi fısıldar:
“Yaşam topraktan doğar.”
Kibele’nin kökleri çok derindir.
Sümer’in Ninhursag’ı, Hititlerin Kummahası,
Lidyalıların Kybebe’si,
hepsi ana ilkenin farklı yüzleridir.
Sonra bu figür Yunan mitolojisinde Rhea,
Roma’da Magna Mater olarak yeniden doğdu.
Roma Senatosu, M.Ö. 204 yılında
Kibele’nin kutsal taşını Anadolu’dan getirtti.
Bu sadece bir heykel değil, bir bildirimdi:
“Doğaya karşı gelenin düzeni çöker.”
Her medeniyet Kibele’ye başka bir isim verdi
ama özü hiç değişmedi:
O yaşamın sürekliliğiydi.RİTÜELLER, GALLİLER VE KUTSAL
SEMBOLLER
Frigya’da Kibele’ye tapınmak bir “tören” değil,
doğanın ritmine eşlik etmekti.
Galli adı verilen rahipler
şafak sökmeden dağların eteklerinde toplanırdı.
Ayaklarını çıplak toprağa basar
toprağın onları “tanımasını” beklerlerdi.
Çünkü Kibele’ye yaklaşmanın ilk şartı şuydu:
“Toprak seni tanısın.”
Davulların tok sesi
yamaçlarda bir kalp atışı gibi yankılanırdı.
Bu müzik değil;
doğanın kendi ritmiydi.
Kibele’nin kutsal hayvanı aslandı.Onun gücü, doğanın hem şefkatli hem vahşi yanını temsil
ederdi.
Kibele’nin iki yanında duran aslan figürleri şunu anlatırdı:
“Güç hem korur hem dönüştürür.”
Ritüellerde çiçek çelenkleri yapılır,
her çiçek bir dua olurdu:
bereket için,
barış için,
kaybolmuş çocuklar için,
yeniden filizlenmek isteyen insanlar için…
Kibele duaları sessiz yapılırdı.
Çünkü o yüksek sesle değil,
fısıltıyla konuşan bir tanrıçaydı.
ANADOLU’DAN DÜNYAYA UZANAN
YOLCULUK
Kibele, zamanla tüm Akdeniz dünyasının ana figürüne
dönüştü.Yunan’da Rhea,
bereketin ve titanların annesi olarak onurlandırıldı.
Roma’da ise “Magna Mater — Büyük Ana” olarak
devlet tarafından resmî koruma altına alındı.
Onun adına yapılan törenlerde
şehir tümüyle sessizleşir,
doğanın dengesine saygı durulurdu.
Anadolu’dan çıkan bir ana figürü,
Roma’nın kaderini bile etkiledi.
Bu yolculuk Kibele’nin bir “tanrıça” değil,
bir ilke olduğunu gösterir:
Yaşamın kaynağının kutsallığı.
KİBELE VE DOĞANIN DÖNGÜSEL
BİLGELİĞİ
Kibele, mevsimlerin ritmini temsil ederdi. Kış hazindir, ama ölüm değildir.
Baharda her şey yeniden doğar.
Doğa hiçbir şeyi yok etmez;
sadece dönüştürür.
Kibele’nin öğretisi tam olarak budur:
“Hiçbir karanlık sonsuz değildir.”
Kadın da böyledir.
Doğum, ölüm, kayıp, sevinç,
suskunluk ve ses…
Hepsi bir döngünün parçalarıdır.
Kibele’nin bilgeliği insana şunu öğretir:
Toprak gibi ol.
Hem besleyici, hem güçlü, hem sabırlı…
Kırıl, ama yeniden filizlen.
KİBELE VE MODERN KADINBugünün kadını hızın içinde kayboluyor.
Kendi bedeninden, duygusundan, ruhundan uzaklaşıyor.
Toplum ondan hem güçlü, hem sessiz, hem yorulmaz olmasını
bekliyor.
Kibele bu noktada yeniden doğuyor.
Çünkü Kibele kadına şunu hatırlatır:
“Gücün sesinde değil, kökünde.”
Kadın köklerine döndüğünde:
göğsündeki sıkışma çözülür,
kendini suçlamayı bırakır,
bedeninin ritmini anlar,
yaratıcılığını hatırlar.
Kibele modern kadına ayna tutar:
Bir kadının gücü,
kimseyi ezmeyen ama kimseye eğilmeyen
sessiz bir duruştur.RUHSAL YOLCULUKTA KİBELE’NİN
İZİ
Kibele yalnızca bir arketip değildir.
Ruhsal süreçte bir dönüşüm yoludur.
Toprakla temas,
nefesin ritmi,
dişil enerjinin uyanışı,
yaraları kabullenme,
gölgeyle yüzleşme
ve yeniden doğuş…
Kadın kendi içine döndüğünde
toprakla aynı döngüyü yaşar:
Önce karanlık,
sonra çatlama,
sonra filiz…
Kibele’nin öğretisi budur:“Karanlığa in, ama orada kalma.
Çünkü karanlık toprağın kapısıdır.”
SESSİZ GÜCÜN GERİ DÖNÜŞÜ
Binlerce yıl önce Frigya dağlarında yankılanan o ses
bugün kadınların kalbinde yeniden yükseliyor.
Kibele yeniden doğuyor.
Ama bu kez taş heykellerde değil;
karar alan, konuşan, duran, iyileşen kadınlarda.
Çünkü kadın kendini iyileştirdiğinde
dünya da iyileşir.
Toprak gibi…
Sessiz, sabırlı, güçlü.
Kibele, bize şunu fısıldar:“İçindeki dağ ölmedi.
Sadece sessiz.
Şimdi onu uyandır.”
Ve biz her nefeste,
her adımda,
her farkındalıkta
o dağa biraz daha yaklaşıyoruz.
Yazan : Sevda Doğangüzel
KAYNAKÇA
– Arkeolog Ian Hodder, Çatalhöyük Excavation Reports
– Lynn E. Roller, In Search of God the Mother: The Cult of
Anatolian Cybele– Mark Munn, The Mother of the Gods, Athens, and the
Tyranny of Asia
– Mircea Eliade, Patterns in Comparative Religion
– M. Mellink, Anatolian Cult Centers and Archaeology
– J. G. MacQueen, The Hittites and Their Contemporaries
– E. Akurgal, Anadolu Uygarlıkları
Yazan: Sevda Doğangüzel
Nefes Koçu – Astrolog – Ruhsal Farkındalık Rehberi
Instagram: @sdg.healing

