
Astroloji ve İslam’da Gökyüzünün Sırları
Ruhun ve Yıldızların Dansı
Gökyüzüyle konuşmayı çocukken öğrendim; bugün her gezegenin, her yıldızın insana dair bir hikâye anlattığını daha iyi anlıyorum.
Gökyüzüne her baktığımızda, aslında kendi iç âlemimize bakarız. Çünkü yıldızlar sadece uzakta parlayan taşlar değil, ruhumuzun yansımasıdır. Astrolojinin diliyle konuşan gezegenler, İslam’ın derinliklerinde peygamberlerin hikmetleriyle yankılanır.
İnsanoğlu var olduğundan beri göğe hayranlıkla bakmıştır. Gökyüzü bazen bir harita, bazen bir dua, bazen de kalbin aynası olmuştur. Kadim zamanlardan bu yana insanlar gezegenlerin hareketlerini izleyip hayatla bağlantı kurmuş; kimileri bunu “astroloji” adıyla bilim haline getirmiştir. Ancak astrolojiyi sadece “fal” ya da “gelecek tahmini” olarak görmek, aslında gökyüzünün ilahi müziğini duymamaktır. Çünkü astrolojinin derininde, insanla evren arasındaki kutsal uyum yatar.
Kur’an-ı Kerim’de yıldızlardan, gezegenlerden, Güneş ve Ay’ın “bir hesapla” hareket ettiğinden sıkça bahsedilir:
“Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket eder.” (Rahman, 5)
Bu ayet, gökyüzünün rastgele değil, ilahi bir matematikle işlediğini gösterir. Bu düzene “astrolojik sistem” diyebilirsin, ama özünde bu, Rabb’in düzenidir.
Tasavvuf ehli, gökyüzündeki her gezegenin bir peygamberin sırrını taşıdığını söyler. Bu, kaderi değil, hikmeti okumak içindir. Çünkü her peygamber, insanın içindeki bir niteliği temsil eder.
Güneş, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in nurudur. Güneş merkezdir; her şeye hayat verir, ısıtır, aydınlatır. “Nur-u Muhammed’i” kavramı da tam olarak bu anlamı taşır: Tüm varlığın kaynağı olan ilahi ışık.
Ay, Hz. Yusuf’un zarafetini ve rüya âlemindeki yolculuğunu taşır. Ay ışığını Güneş’ten alır; tıpkı Yusuf’un güzelliğinin ilahi nurdan yansıması gibi.
Merkür, Hz. İdris’in kalemidir. Yazı, bilgi, iletişim ve aklın sembolüdür. Hz. İdris’in “göğe yükselmesi” aslında bilginin hakikatle birleşmesini anlatır.
Venüs, Hz. Davud’un sesiyle titreşir. O, güzelliğin, sanatın, sevginin gezegenidir. Zühre’nin parıltısı Davud’un zikirle dolu ilahilerini hatırlatır.
Mars, Hz. Musa’nın gücünü taşır. Mücadele, direniş ve nefisle cihadın sembolüdür. Mars’ın enerjisi dış savaşın değil, içsel savaşın aynasıdır.
Jüpiter, Hz. Süleyman’ın bilgeliğidir. Adalet, bolluk ve ruhsal olgunluğun gezegenidir. Süleyman’ın “rüzgârla konuşması” aslında evrenin yasalarını anlamasının sembolüdür.
Ve Satürn… Hz. Nuh’un sabrını, direncini taşır. Fırtınalarla sınanır, sonunda yeniden doğar. Satürn insanı zorlar ama olgunlaştırır; çünkü her sınav, bir ruhsal terfi fırsatıdır.
Bu semboller sadece mitolojik değil; tasavvufun derin öğretisidir. Çünkü insanın içinde de gezegenler vardır — kiminde Mars baskındır, kiminde Venüs, kiminde Güneş… Hepsi iç dünyamızda döner durur.
Büyük mutasavvıf İbn’i Arabî der ki: “Yıldızların dili vardır, fakat bu dili sadece kalbi arınmış olanlar anlar.”
Onun için gökyüzü, levh-i mahfuzun yansımasıdır — yani kaderin sembolik aynası. İbn’i Arabî’nin öğrencileri gezegenleri nefsin mertebeleriyle eşleştirmiştir. Satürn sabırla terbiye edilen nefsi, Jüpiter bilge gönlü, Güneş ise ilahi bilinci temsil eder. Bu bakışla astroloji, insanın dışında değil, içinde dönen bir sistem haline gelir.
Tasavvufi gelenekte Ay, nefsin dönüşüm yolculuğunu anlatır. Hilal doğduğunda kalpte yeni bir niyet belirir. Dolunay, farkındalığın tam ışığıdır. Ay karardığında insan iç dünyasında “ölüm ve yeniden doğuş” yaşar. Mevlâna bunu şöyle özetler: “Her gece ölür, her sabah yeniden doğar Ay. İnsan da öyle olmalıdır.”
Kur’an’da geçen “menâcilü’l-kamer” ifadesi, Ay’ın 28 menzili yani burç geçişleridir. Arap bilginleri bu menzilleri sadece astronomik değil, zamanın ruhsal ritimleri olarak da yorumlamışlardır. Örneğin, bazı günlerin “dua için açık” bazı günlerin “sükûnet için uygun” olduğu söylenir. Bu anlayış İslam kültüründe kamerî takvimin temelini oluşturur.
Bazı tasavvufçular, burçları Allah’ın güzel isimlerinin yeryüzündeki tezahürleri olarak görür. Aslan burcu “el-Celâl” isminin; Balık “er-Rahîm” isminin, Terazi ise “el-Adl” yani adalet isminin yansımasıdır. Yani burç dediğimiz şey aslında insanın hangi ilahi niteliğe daha yakın olduğunu gösteren sembolik bir aynadır.
Hz. Peygamber’in akik taşını taşıması, aslında sembolik bir denge öğretisidir. Çünkü her taş bir enerjiyi taşır; bu enerji gezegenlerin nurundan gelir. Yakut Güneş’in, inci Ay’ın, zümrüt Merkür’ün, safir Jüpiter’in taşıdır. Bu taşlar, sadece süs değil; insanın enerjisini dengeleyen, hatırlatıcı simgelerdir.
Bu noktada sık sorulan bir soruya da değinmek gerekir: “Astroloji haram mı?”
Aslında haram olan, yıldızları ilahlaştırmaktır. Ama yıldızların ilahi düzene göre hareket ettiğini fark etmek, Kur’an’ın teşvik ettiği bir tefekkürdür. İmam Gazali’nin dediği gibi: “Yıldızlar kaderi yazmaz, kaderin hikmetini gösterir.”
Yani yıldızlara bakmak, onları “ilah” görmek değildir; Allah’ın düzenini, sanatını okumaktır.
Tasavvufi öğretilerde her gezegenin insanda bir karşılığı vardır: Güneş kalpte, Ay ruhta, Mars kanda, Jüpiter karaciğerde, Satürn kemiklerde… Evrenle beden aynı mimarinin iki yüzüdür. İbn Sina bunu “insan, kâinatın özeti” diye tanımlar. Bu yüzden insan göğe bakarken aslında kendi bedeninin, ruhunun evrensel karşılığını görür. Gökyüzü dışımızda değil; bizim içimizdedir.
Kur’an’da “Yemin ederim yıldızların yerlerine” (Vakıa, 75) denilmesi boşuna değildir. Bu, Allah’ın düzeninin hem görünür hem görünmez katmanlarda işlediğini anlatır. Mevlâna’nın sözüyle: “Sen yıldız sanırsın, o senin kalbindir.”
Belki de yıldızlar gerçekten de kalbimizin gökteki yansımalarıdır. Her gezegen bir hâlimizi, her yıldız bir duamızı taşır.
Astroloji, doğru okunduğunda insanın iç âlemini keşfetme sanatıdır. İslam’ın derinliklerinde bu sanat, tasavvufun kalp diliyle birleşir. Yıldızlar bize geleceği söylemez; kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi hatırlatır.
Gökyüzüne her baktığında içindeki gökyüzünü hatırla. Çünkü belki de orada parlayan yıldız, senin kendi nurundur.
Sevda Doğangüzel
Kaynaklar:
Kur’an-ı Kerim – Rahmân, Yâsîn, Vakıa, Enbiyâ Sureleri
İbn Arabî – el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî – Mesnevî-i Şerif
İmam Gazâlî – İhyâ-u Ulûmiddîn
El-Bîrûnî – Kitâbü’t-Tefhîm li-Evâil Sinaati’t-Tencîm
İbn Sînâ – eş-Şifâ ve en-Necât